adana'da olmayı sevmekle adana'da yapacak hiçbir şey olmaması arasında pinpon topu gibi gidip gelen ruh hallerine sahibiz. ve çokta eskide kalmamış yıllara dair özlemimiz; parmak uçlarına kalkıpta bulutları ısırmaya çalışan gökdelenler kadar büyük... mesela; içi hatıralar ile dolu bir kaleydoskopumuz olsa ve avm'lerden kaçıp onun içine saklansak gözlerimizin önünde canlanacak sahneler üç aşağı beş yukarı aynı olacaktır. bir şehir panaromisi var gözlerimin önünde. önce renkler soluyor...sonra, bir bir uzaklaşmaya başlıyor şehrin kahramanları gözlerden... ilk veda eden, beyazevler kampüsü oluyor. ardından da; kış günlerinde bile kendimizi dolaşmaktan alıkoyamadığımız metro sineması sokağı.yine de... hatırlayıpta "keşke" dediğimiz tüm zamanlara inat mucizelere de sahne olabiliyor bu şehir...lezzeti eşsiz kebaplardan yemek için gittiğimiz sanayide sürpriz bir kapıdan geçiyoruz. ve portakal çiçeği kokuları arasında kaybolup; tatlı bir gülümsemeyle buluyoruz kendimizi. hatta, rengine hayran kaldığımız küçük bir turunç ağacı biz o'nu sevelim diye salındıkça kaldırımın kenarında ufak bir aşkın kıvılcımları parıldıyor aramızda... o sonsuz tatlı! ben hayran... bazen de gökyüzünün üzerimizi örttüğü o çok sevdiğimiz göl kenarı açıkhava sineması oluyor birden... böyle zamanlarda unutulmaz bir geceye imza atmak için açılıyor perdeler... zaman zaman ise... herkesten gizli konserlere misafir oluyoruz biz. şarkılar bize özel,sanatçılarımız biz gibi...kadehler, yanındaki şalgam bardağına ev sahibi...
https://youtu.be/QUJI6RGiX10
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder